Edebimden kabalık ehli yararlanmamalı…
Fırka salyangozu, semtimde pazarlanmamalı…
Bugün açık seçik yanlışa yanlış, bâtıla bâtıl demekten çekinmemeliyiz. Bu konuda isim vermemek de, sarahaten ifade etmemek de hep o kaba saba kişilerin işine yarıyor.
Birçok yerde işitiyoruz, müslüman ve müstakim camialara mensup kişiler, bu gereksiz nezaket sebebiyle, net bir şekilde batıl ve munharif olduğu ilan edilmeyen kişileri, onların kanallarını, videolarını izliyorlar. 99 doğrunun içine sızan 1 yanlışa gönüllerini habersizce açıyorlar. Çünkü batıla batıl dememeyi nezaket sanıyoruz. Gâvura gâvur demeyi yasaklayan Tanzimat gibi, bâtıla da bâtıl demeyi yasaklayan mı oldu?
Hadis’te rical ilmi var. Orada âlimler hiç de ayıp olur demediler. Kim körse, kim bâtıl fikirlere kapılmışsa, kim unutkansa, kim hafızasındaki sözlere başka şeyler katıştırma âdetine sahipse, hiç çekinmeden söylediler, yazdılar. Bunun gıybet de olmadığını ifade ettiler. Nesilleri uyardılar.
Bir de şöyle düşünelim:
Onlar nâzik mi? Onlar senin peygamberinin hususî ismini salevatsız anarkan nazik mi? Âlimlerini, mürşidlerini, imamlarını; bidatçı, cahil sayarken pür edep mi?
Bugün İslâm dîninin bütünlüğü, sağlamlığı tartışılır hâle getirilmeye çalışılmakta.
Net ifade etmeli:
“Mustafa İslamoğlu İslam’ı” diye bir şey yok.
“Abdülaziz Bayındır müslümanlığı” diye bir müslümanlık yok.
Hadîs’in reddedildiği bir İslam yok.
Kaynaklara dönüş mü diyorlar; Ömer Nasuhi Bilmen’e dönmeli. Elmalılı’ya dönmeli. Babanzade Ahmed Naim’e dönmeli. İhyâ-i ulûmiddin’e, Mektûbât-ı Rabbânî’ye, Riyâzussâlihîn’e dönmeli. Müdakkik, muhakkik ulemânın eserlerine dönmeli. Kur’ân-ı Kerîm’in Mubtilûn dedikleri gibi, her şeyi şüphe giyotininden geçirip budayıcılara değil.
Bir şeyleri denizin ortasına götürüp batırmaktan mı bahsediyorlar; şu son senelerin bulaşık ürünlerini götürüp Hind okyanusuna boşaltmalı.
Bu yolda ana çizgiye aykırı üretilen her şey “fırka”dır. Geçmişte de öyle oldu. Kader’i reddedenlerinki İslam değil, Kaderiyye oldu. Cüz’î iradeyi reddedenlerinki cehmiyye oldu. Mutezile oldu. Şia oldu. Bâtıniyye oldu. İbâhiyye oldu. Ama İslam olmadı. Dışarıda kaldı. Arkasına Abbasî devlet gücünü alan Mutezile bile gerçek “İslâm”ın yerine kendini ikame edemedi.
Nezaket, zarafet, hürmet ve edep göstereceksek, 14 asırdır, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-‘den ashâba ve onların tertemiz, müstakim vârisleri olan imamlara, âlimlere, mürşidlere gösterelim. Onları bir kalemde silip atanlara değil…
Bir yanıt yazın