Pek rengine aldanma felek eski felektir,
Zîrâ feleğin meşreb-i nâ-sâzı dönektir. … Ziyâ Paşa
Mektepli edebiyatçı bir arkadaşla, bu beyit üzerine münakaşa ettik.
Ben alaylı edebiyatçı olarak; burada “reng”in hile demek olduğunu, “felek”in de bildiğimiz felek, yani çarh, talih, baht mânâsında olduğunu söyledim. Feleğin dönmesi de klâsik mânâda âlemin deveranıdır.
Mektepli edebiyatçı; felek dünya demektir. Renk de hakikî mânâsına yakın olarak şekil, sûret demektir, dedi. Feleğin dönmesi de ona göre bildiğimiz Arz’ın dönmesi idi.
Kendimize delil arayışına girdik:
Kubbealtı, Renk maddesi arkadaşın işine yaradı: Renk kelimesinin şekil, sûret mânâsına bizzat bu beyti misal vermişti lügat.
İnternette bazı sitelerde de beyit, dünyanın dönüşü diye sadeleştirilmişti.
Ben de Lügat-i Cûdî’ye müracaat ettim:
Rengin 3. mânâsı olarak; Hile diyor ve “Pek rengine aldanma felek eski felektir” mısraını şahid getiriyordu.
Cûdî Efendi; felek kelimesine dünya diye bir karşılık vermemesiyle de beni destekliyordu!
Türk edebiyatından seçme parçalar kitabında Cevdet Kudret de rengine (hiylesine) diye açıklamıştı!.. Google Books sağ olsun!..
Bizim arkadaş her ne kadar Ziya Paşa’nın;
Bir fâilin meâsiridir cümle hâdisat
Ne iktizâ-yı çarh, ne hükm-i zamânedir
diyerek, felek’i çarh mânâsında kullanmış olamayacağını iddia etse de; ben İskender Pala’nın;
“Tarihimiz, her devirde olduğundan daha ziyade XIX. asırda feleğin sillesini yemiş, birdenbire bir çehre değişikliği ile aslını inkâra yönelmiştir.
Tanzimat’ın ünlü siması Ziya Paşa şikayetini dile getirirken:
Pek rengine aldanma felek eski felektir
Zira feleğin meşreb-i nâsâzı dönektir
diyor. Ne hazin tecellî!..” iktibasını kendime delil göstermeye devam ediyordum.
Arkadaş ise, beytin başındaki “Pek” kelimesini kendisine delil gösteriyor. Hile mânâsında olsa, “Hiç” demeliydi diyor. Haklı. Bir sonraki beyitte de Ziya Paşa şöyle diyor:
Yâ bister-i kemhâda, yâ vîrânede cân ver,
Çün bây ü gedâ hâke berâber girecekdir.
“İster ipekle döşenmiş yatakta, ister harap bir evde can ver, Çünkü zenginlerle fakirler toprağa aynı şekilde girecektir.”
Bu da “feleğin rengi” ile dünyalık kastettiğine işaret edebilir.
Bizim tartışma ortada kaldı. Ben renk kelimesinin burada hileyi tedâî ettirse de sûret mânâsında olabileceğine biraz mail oldum. O da felek’in dünya mânâsında olsa da kaderî mânâda yani devran mânâsında olduğunu kabul etti.
Çünkü ben edebiyatımızdaki dönek felek mazmununun, dünyanın dönmesi olamayacağını savunuyordum. Zira dönen dünya tasavvuru, bu mazmuna göre oldukça yeni idi.
İskender Pala’nın Müstesnâ Güzeller eserinden aktaralım:
Her felek, çevrelediği ve çevrelendiği feleğin aksi istikametinde dönerken Atlas feleği, diğerlerini de
kendi istikametinde dönmeye zorlar. İşte kendi devri hilafına dönmeye zorlanan bu sekiz felek, dünyanın ve kâinatın, dolayısıyla insan talih ve kaderlerinin onma ve bozulmasında tesirli olur, burçların özelliklerini ortaya çıkarır. Halk arasında felekten şikayet etmenin temel dayanak noktası da bu uydurma felsefedir. Dilimize yerleşmiş olan “kahpe felek, dönek felek (çünkü tersine döner ve dönüşünde devamlılık vardır), kambur felek (Kat kat yuvarlak tabakalar olması dolayısıyla sırtı değirmidir)” tabirleri hep bu inanç sebebiyledir.
Dolayısıyla, Galile’nin mahkemede reddetmek zorunda kaldığı fizikî mânâda dünyanın dönmesi, gece ve gündüzü oluşturması vs. bunlar henüz edebiyatımızda mazmun olmuş şeyler değildir.
Ahmet Kabaklı da Türk Edebiyatı’nda Ziya Paşa’nın bu beytini Divan Edebiyatının bir devamı olarak misal vermektedir:
Bu tatlı hatırayı, fikrimi destekleyen beyitlerle bitireyim:
(İktibaslar Ahmet Özalp’in Bilgelikler Dîvânından)
Âsiyâb-ı feleğin gerdişine girmeyegör
Gösterir döne döne âdeme bin tane belâ… Atâ (Tayyarzâde)
Felek değirmeninin çarkına girmeyegör,
Gösterir döne döne insana bin “tane” bela.
Tâ vakti gelmeyince umûr eylemez zuhûr
Devr eyler âsiyâb-ı felek nevbet üstüne (Nâbî)
Zamanı gelmedikçe, işler gerçekleşmez,
Döner feleğin değirmeni nöbet üstüne.
Hemân kendin sanır mihnette herkes i’tikâdınca
Felek derler buna bir kimsenin dönmez murâdınca (Lâ edrî)
Yalnız kendini sıkıntıda sanır herkes,
Felek derler buna, hiç kimsenin dönmez isteğince.
Sunar bir câm-ı memlû bin tehî peymâneden sonra
Döner vefk-i merâm üzre felek ammâ neden sonra (Mezâkî-i Mevlevî)
Sunar bir dolu kadeh, bin boş bardaktan sonra,
Döner isteğe uygun olarak felek ama neden sonra.
En güzelini Sünbülzâde Vehbî söylemiş:
Bî-hûde niçin şekvâ edersin ki felekten
Sen gibi o ser-geşte de mahkûm-ı kazâdır
“Boşu boşuna niçin şikâyet edersin ki felekten,
Senin gibi o şaşkın da bir kader mahkûmudur.”
Bir yanıt yazın